15 Temmuz 2013 Pazartesi

That SHOULD be me

THAT SHOULD BE ME


"Blossom. Hadi kızım hazırlan. Bi arkadaşımın evine yemeğe gideceğiz. Ama güzel ve şık  birşeyler giy ki seninle gurur duyayım.  laflarına ve sözlerine dikkat et. Arkadaşım bir mafya ve onunla iş yapacağım" "ne baba sana hayatta mafya ile iş yaptırmam. Ve şık giyinmesem nolur ya?" "Hadi kızım anneni yalnız bırakma istiyorsan" "bak sırf annem için geliyorum" "tamam kızım hadi sen güzel bir elbise giy ve makyajını yap. Yarım saate de hazır ol" "tamam babacım." Babamın yanından kalkıp hızlı adımlarla odama çıktım. Kapımı açıp odama girdim ve dolabımdan şık ve sade bir elbise çıkardım. Elbise siyah straplez ve mini bir elbiseydi. Altına da siyah platform topuklu steve maden'larımı giydim ve banyoya makyaj yapmak için girdim. Siyah rimel ve kırmız ruj sürüp saçımı düzleştirdim. Ve gayet hızlı bir şekilde aşağı indim. Babam herhalde topuklu ayakkabılarımın sesinden bakışlarını benim tarafıma yönlendirdi. Bende gülümseyip yanına oturdum tekrardan. "Vay kızım çok güzel olmuşsun" "senin icin özendim bak işi almassan başka eve taşınırım" babam gülerek cevap verdi. "Tamam kızım". Bakışlarımı babam gibi merdivenlerden inen anneme yönelttim.  Kadın 35 yaşında ama müthiş fiziği suratı ve kalbi var. "Ovvv annecin müthişsiniz herzamanki gibi" "sende öylesin yavrum" "teşekkür ederim annecim" babam aramıza katılarak"hadi  güzel bayanlar çene yapmayın da yola çıkalım" "peki baba" "cım!" "Peki babacım" dim ve sırıttım. Babam önümüzden giderek bize kapıyı açtı. Madamlar gibi eğilip selam verdik. Haha çok iğrenç. Arabamızı isteyip sürücü koltuğuna yerleşti. Ben arka koltuğa, annem de babamın yanına oturdu. Arkadan nefret ediyorum ya. Annem radyoyu açıp çalan şarkıyı mırıldandı. Bende telefonumu çıkartıp kız arkadaşıma mesaj attım.
-daisy çok sıkıldım. Babamın işi için arkadaşına yemeğe gidiyoruz. Ne şans ama adam hem de mafya.
Yazıp gönderdim. Birkaç saniye sonra cevap geldi;
-dua et de oğlu falan olsun
-o kadar sapık değilim
-ama olsun. Yani. Hem senle falan ilgilenir.  Kötü mü olur?
-yani ama bilmem. Sen sapıksın.
-neyse oraya vardığında haberleri ya da sıkılırsan mesaj falan at konuşuruz.
-tamam canım. Çok sağol. Seni seviyorum
-bende seni blossom.
Telefonumu kapatıp çantama yerleştirdim. Sonra arabanın durduğunu fark ettim. Ne kadar da çabuk geldik. Ya da zaman hızlı geçti. Hep birlikte arabadan indik ve gösterişli Villa'nın bahçe kapısından girdik. Bi adam kapıda 32 diş sırıtarak dikiliyodu. Siyah takım elbisesinin ömünü ilikledikten sonra babama elini uzattı. "Hoşgeldiniz." "Hoşbulduk" "nasılsınız?" "Sağolun siz nasılsınız?" "Bende iyiyim" öyle öyle konuşmaya devam ederken adamın arkasında yakışıklı bi çocuk belirdi. Onun yanında da nerdeyse 35-40 yaşlarında bir kadın. Büyük ihtimal kadın adamın karısı. Çocuk ise oğlu. Yani bana öyle geliyo. İçeri geçtik. Ve o yüksek tavanlı, büyük koltuklar olan salona oturduk. Bizim eve benziyordu. Biraz küçüktü ama. Neyse güzel. Büyükler konuşurken ben ve oğlu öyle oturuyoduk. Bu sıkıcı durumdan kurtulmak için bahane aramaya başladım. Mide bulantısı, ele, öksürmek, ele, geliyo, geliyo, tuvalet. İşte buldum. O babamın dediği adama tuvaletin yerini sormak için seslendim. "Efendim tuvalet nerede?" "Justin sana göstersin kızım" ohmaygat justin. İsimi çok havalı ya. Justin ve ben aynı andan ayağa kalktık. Justin gülümseyerek bana baktı ve önüme geçti. Arkasından onu takip ederken bizimkilerden uzaklaştığımızda durdu. Az daha üstüne düşüyodum. Durdu ve bana döndü. Parfümünün kokusu beni rahatsız etmişti. Ama güzel kokuyodu.  Elini uzattı. "Ben justin" "ben de blossom" "memnun oldum blossom" "bende" "ve tuvalet burası" kapıyı ve ışıkları açtı. İçeri girip kapıyı kilitledim. Jakuzinin kenarına oturup telefonumu çıkardım. Daisyden 3 mesaj gelmiş. Mesajları açıp baktım.
-haberleri alayım.
-biraz çabuk
-sıkıldın mı?
Hepsine teker teker cevap yazdım
-justin diye oğlu var. Aşırı yakışıklı.
-atıyorum işte.
-hayır oğlu sıkılmama yardımcı olmuyor
Gönder butonuna basıp gönderdim. Gidip sifona bastım ve musluğu açtım. Telefonumu alıp musluğu kapattım. Sonra dışarı çıktım. Justini görmeme irkilmem bir oldu. Kapının yanındaki duvara yaslanmış bekliyordu. "Çıktın mı?" "Hıhı. Çıktım  sen neden bekliyorsun?" "Sıkıldım ve belki yolu bulamassın diye. Bahçeye çıkmak ister misin?" "Olabilir bak. Hemde sıkılmıştım zaten"   Gülümseyip yürümeye başladı ve herzamanki gibi bende arkasından onu takip ettim.  Salona çıkınca babasına "baba biz bahçeye çikabilirmiyiz?" "Tabi oğlum. Çıkın" dedi ve gülümsedi. Adam mafya ama çok tatlı bi adam. Justin bahçe kapısını açtı ve bahçeye çıktık. Evin önü komple sahil. Yani deniz manzaralı. Ayrıca evin önünde havuz var. Bari bende meslek olarak mafya olayım ya. Birlikte bahçedeki kapidan cikip sahile oturduk. Hava serinlemişti. Hernekadar da Temmuz'da olsak da hava serin ve rüzgarlıydı. Ürperme geldi ve justin bana baktı. "Üşüdün mü?" "Biraz" tişörtünün üstüne giydiği ceketi çıkartıp omuzlarıma bıraktı. "Teşekkür ederim" "bişey değil". Deniz'i izlerken justin'in sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. "Kaç yaşındasın?" "19. Sen?" "19" "sevgilin var mı?" "Yok. Neden sordun?" "Bilmem merak ettim" dedi ve o karizmatik gülüşünü yaptı. Önüme döndüm ve tekrar Deniz'i izlemeye devam ettim.
   Arkamdan icki kokusu ve sarhoslarin sesi geliyodu. Justin bana bakip endiseli bi bakis atti. Arkadan gelen seslere bakarsak "oglum kiza bak lan. Ayy hahaha guzelmis ha. Hey guzelim. Baksana" bende arkami donup "bana mi dediniz" dedim sinirli ve bos bi ifadeyle. "evet guzelim sana dedik" dedi sallanmali bi sesle. Justin ayaga kalkti. Onlari izlerken 2 tane adam beni kaldirdi. "justinnn yardim ettt!!" justin de benim gibi 2 tane adamin elindeydi. Hatirla blos, trail sana ne ogretti? Arkani don parmagini adamin gozune sok ve gozunu cikar, adamin bir yerine tekme at. Oww hemde topuklularla. Ayagimi one atip arkamdaki adamin biyerine tekme attim. Yerde kivranirken tekrar tekme gecirdim. Digerine de aynisini yapip justini tutan adamin birine ayakkabilarimin topuklati denk gelecek sekilde diz kapagina vurdum. O da yere yapisti. Justin de bos kalan eliyle adamin suratina yumruk gecerdi. Adamda yere coktu ve justin ona tekme atti. Birlikte denizin yanindaki nemli topraga dogru yuruduk. Justin pantalonunu sivadi, ben de ayakkabilarimi elime aldim. Bilrklerimize degecek kadar ayaklarimizi denize soktuk. Kahkahalarimiz etrafta yankilaniyodu. Az daha denize duserken justinin kollari beni siki bi sekilde tuttu ve kendine cekti. Suratlarimiz birbirine yaklasirken geri cekildim. Justin de kollarini uzgun bi sekilde ayirip yurumeye basladi. Evin onune geldigimizde kenarda saklanip ellerimle bileklerimdeki sulari cirptim ve sacimi duzelttim. Justin de benim gibi ayni seyleri yapiyodu. İsimiz bittikten sonra eve girdik. Hepsi kapinin onunde el sikisiyolardi. Ne gidiyolar mi? Belki is icin. Bilmiyorum ya. Babam "o zaman yarin sizin ofisinize gelirim. Konusuruz. Ve biz kalkalim. Gec oldu saat." hadi baba ya... "olurmu oturun lutfen. Sonra kalkarsiniz." "peki."  "bahcede oturalim mi?" "olur oturalim" hep birlikte bahceye cikaken biz justinle yukari kata cikiyoduk. Beni rlimden tutarak merdivenlerden surukluyordu demek daha dogru olur yani. "justin nereye gidiyoruz?" "benim odama" "neden?" "her cevaba bir soru sormayi kesermisin?" "peki justin" dedim gulerek. Tam odanin onunde durmusken telefonum caldi. Baktigimda justinle birlikte iceri giriyoduk. Ash ariyodu. Ne oldu acaba. Kulagima goturdum. "alo ash?" pisman ve uzgun bi sekilde "blos ne olur gel cok kotu durumdayim" telaslanmistim "ash ne oldu soylermisin?" justin bana kaslarini catmis ne oluyo der gibi bakiyodu. "spring!" "ne olmus springe ash dogru duzgin soylermisin?" "blos, spring..." dediginden sonra gozlerimden yaslar akmaya basladi ve oldugum yere oturdum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder